Brain Rot

 

              Bugün, “Oxford Üniversitesi, yılın kelimesini brain rot olarak belirledi.”  Yazılı bir haber okudum. Şaşırdım, nedir bu “brain rot” diye bir bakayım dedim ve fark ettim ki haberin devamında bu kelimeleri zaten açıklıyordu. “Genellikle bir kişinin zihinsel veya entelektüel kapasitesinin azalmasını ifade eden bir deyimdir.”  Haberin devamında şöyle eklemiş: “Sürekli sosyal medya, TV dizileri, video oyunları veya benzeri içeriklere maruz kalmanın zihinsel tembelliğe yol açtığı durumları ifade eder. Uzun süre stresli, anlamsız veya tekrar eden bir işi yapmanın, yaratıcılığı ve zihinsel keskinliği kaybettirdiği hissini ve gerçek dışı, yüzeysel veya anlamsız bilgilerle sürekli karşılaşmanın bir kişinin derinlemesine düşünme kapasitesine zarar verdiğini belirtir.” Son yıllarda devamlı gündemimde olan ve uzun uzadıya dinleyip, anlattığım bir konuyu, iki kelimede sıkıştığını görünce de yüzümdeki istemsiz gülümsemeyi durduramadım.

Gerçekten topluma baktığımız zaman insanların sosyal medya veya video oyunlarına ne kadar zaman harcadığını görebiliyoruz ve bunlara bizlerde dahiliz. Çocuklarla sohbet etmeyi çok severim, onları düşündürtüp meraklandırmaktan çok keyif alırım ancak görüyorum ki her yeni kuşak bir önceki kuşağa göre bu sanal alem çukurunda biraz daha dipte. Gerçek ve gerçek olmayanı ayırt etmekte zorlanıyorlar,  hayata karşı yetişmiyorlar. Gençler, yetişkinler, anneler ve babalarda çok farklı bir durumda değil. Sonuçta çocukta çevresinden ne görüyorsa onu uyguluyor.

Yaşıtlarıma baktığımda ise neredeyse yalnız kalmaktan ölüm gibi korktuklarını görüyorum. Belki de ölümden bu kadar korkmuyorlar. Kendi başımıza bir şey yapamaz durumdayız. Tamam, insan sosyal bir canlı ancak kendi başınayken de bir şeyler yapabilmesi gerekmez mi? Geçenlerde bir muhabbete tanık oldum.

-Bu şehirde de yapacak hiçbir şey yok.

Evet, çok sık duyuyorum bu cümleyi ve hayretler içerisinde kalıyorum fakat bu şehirde bir müzik aleti çalmayı öğrenemez misin, sinemaya gidemez misin, bir kitapçı gezemez misin, spor yapamaz mısın, yabancı dil öğrenemez veyahut bir tiyatro gösterisi izleyemez misin? Bunlar sadece şu an aklıma gelenler ancak insanları ya tatmin etmiyor ya da zor geliyor. Yok, yok kesin zor geliyor, ötekine inanmak dahi istemiyorum.

 "Sokrates idama mahkum edildikten sonra hapisteyken flüt çalmayı öğreniyormuş. Bir mahkum ona 'Bu ne işine yarayacak ki?' diye sormuş. O da 'Ölmeden önce flüt çalmayı öğrenmiş olmaya.' diye cevap vermiş.” Kıssadan hisse. 

Yaratıcılığımız, hayal gücümüz bunlarla beraber kaybolanların içinde. Hayal bir tohumdur. İnsan başarabileceği her şeyi önce hayal eder ve tohumunu yaratır ardından bunu toprağa ekip, gerekeni yaparsa karşılığını alır. Hayal gücü ve yaratıcılığı kaybetmek demek tohumsuz kalmak demektir ve bu bir insan için cehennemden farksızdır.

Çok sevdiğim yazar bir arkadaşım var, yazdığı bir yazı hakkında konuşurken “aslında ben o yazıyı orada yazmıştım, sadece kelimelere dökmek kalmıştı” demişti. Bu sahip çıkmamız gereken yaratıcılığı yeterince özetler nitelikte. Kafamızı kaldırıp etrafımıza bakmanın vakti gelmedi mi?


Bora Baştan

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kargalar Ve Denizciler

Haklının Acelesi Yok